AK Parti İstanbul Milletvekili Zafer Sırakaya’nın, işgücü anlaşmasının 57. yıl dönümü sebebiyle TBMM Genel Kurulu’nda konuşması

By 0 Comment

 

 

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri;

30 Ekim 1961 günü Almanya ile imzalanan işgücü alım anlaşması, birçok insanımızın hayatını değiştiren, Anadolu’dan binlerce kişinin bundan sonraki hayatlarında anavatanlarını yüreklerinde hissederek yaşamalarına sebep olan yazılı bir belge olmuştur.  O zamanlar öngörülemese de, bu anlaşmalar, hem Avrupa ülkeleri toplumları hem Türk toplumu için bir dönüşümün de ilk adımıydı.

Sirkeci’den Münih’e yaklaşık 50 saat sürecek olan yolculuk ve son bir kez eşlerine, çocuklarına vagonların buğulu camlarından bakan işçilerin hikayesi böyle başlamıştı.

O zamanki 50 saatlik yolculuk ile başlayan göç hikayeleri, bu gün 57 yılı geride bıraktı.

Bu göçmenlik hikayesinde hepsinin aklında, bir gün vatana geri dönmek vardı. Ancak öyle olmadı. Zira vatanlarından kilometrelerce uzakta, ailelerine, sevdiklerine hasret yaşayan bu insanlarımız, o dönemlerde Türkiye’deki haksız ve toplumun kendisine yabancı olan siyasetin de mağduru oldular.

Özellikle AK Parti iktidarı öncesine kadar Batılı ülkelerle aramız açılmasın kaygısıyla yurtdışındaki Türklerin bütün sorunları kulak ardı edilmiştir ve dış Türkler konusunda AK Parti dönemine kadar bütün hükümetler pasif kalmıştır. Yurtdışına gönderilen işgücü gönderimi sürecinde bütün işlemlerin Türkiye muhatabının Dışişleri Bakanlığı yerine, İş ve İşçi Bulma kurumunun olması, söz konusu hükümetlerin yurtdışındaki Türkler konusuna hangi pencereden baktıklarını kanıtlar niteliktedir.  Keza konuya bu kadar uzak kaldıkları için, yarım asır yabancı ülkelerde sorunlarıyla baş başa bırakılan insanlarımıza önceleri ekonomik saiklerle, sonra güvenlik ve geçicilik olgusu ile adeta tepeden bakılmış ve “gurbetçi” veya “Almancı” gibi küçümseyici jargondan da bir türlü uzaklaşılamamıştır.

Bu alışılagelmiş durum, Sayın Cumhurbaşkanımızın Yurtdışı Türklere gösterdiği ehemmiyet ve kişisel uğraşlarıyla son bulmuştur. AK Parti hükümetleri, çok taraflı dış politikasıyla, artık ekseriyeti bu ülkelerde doğmuş olan, hem yaşadıkları ülkelerin değerleri hem de Türk kültürüyle büyüyen, çift anadil ile yetişen üçüncü hatta dördüncü kuşak Türkler için Yurtdışı Türkler ifadesini kullanmaya başlamış ve onlar için kurumsal politikalar devreye sokmaktan geri kalmamıştır.

Şu iyi anlaşılmalıdır, bu coğrafyalara giden Türkler, artık Avrupa ülkelerin asli unsuru haline gelmişlerdir. Binaenaleyh bu ülkelerdeki vatandaşlarımız bulundukları ülkelerin anadillerini iyi öğrenmeye, siyasi hayata katılmaya, ekonomik gelişimlerini sürdürmeye, ancak bunları yaparken de öz kimliklerini, kültürlerini ihmal etmemeye teşvik edilmelidirler.

Konsolosluk reformları, yurtdışı dövizle askerlik hizmeti konusunda yapılan düzenlemeler, yurtdışında boşanma kararlarının dava açmaya gerek kalmadan tanınması, pasaport harçlarının düşürülmesi, mavi kart sahiplerinin mahkemelerde tercüman olarak çalışabilmeleri ve mavi kartın bankacılık işlemlerinde kimlik belgesi olarak kullanılması, diasporada yaşayan gençlere devlet üniversitelerinde eğitim imkanları ve daha zikretmediğimiz bir çok hizmet AK Parti döneminde uygulamaya konuldu.

Önümüzdeki süreçte ivedilikle takip etmemiz gereken en önemli hususlardan biri son zamanlarda Türk diasporası ve kuruluşlarına karşı artan PKK saldırılarına yönelik Alman yetkili makamlarınca gerekli önlemlerin alınması, suçların aydınlatılması ve faillerin ceza alması olacaktır. Ayrıca FETÖ ve PKK gibi terör örgütleri tarafından oluşturulmaya çalışılan olumsuz Türkiye algısına karşı duyarlı ve dikkatli olmak durumundayız.

Avrupa da yaşayan vatandaşlarımızın okullar, meslek eğitim yeri bulma, istihdam, ev arama başta olmak üzere toplumsal alanlarda ayrımcılığa maruz kaldıkları gözlemlenmektedir.

Mesut Özil vakasında da müşahade edilmiş olduğu üzere Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın medyada, kurumsal ve toplumsal alanda karşılaştıkları ırkçılık ve ayrımcılık birlikte yaşama kültürünü zedelemektedir. Alman makamlarından ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etmeye yönelik üst düzey tedbirler almaları beklenmektedir. Bu anlamda insan hakları ihlallerine maruz kalan vatandaşlarımızın durumu takip edilmeli ve partiler üstü bir konu olarak ele alınmalıdır.

Aşırı sağcı terör örgütü NSU’nun sekiz Türk’ü katlettiği olayların aydınlatılarak beş yıldır esas suçluların cezasını çekmesini beklediğimiz dava süreci ve davada çıkan nihai karar Almanya´da kurumsal ırkçılığın hangi boyutlarda olduğunun somut bir örneği olarak karsımıza çıkmaktadır. Cezalandırma, tarihten bu yana salt kefaret değil, aynı zamanda suç önleme yöntemidir. NSU Davası sürecinin başından itibaren kamu kurumları ve mensuplarının özenli bir şekilde soruşturma ve kovuşturma kapsamı dışında tutulması, Alman devletinin ırkçı cinayetlere ilişkin sorumluluğu üstlenmediğinin ve kurumsal ırkçılıkla yüzleşme konusunda isteksiz ve yetersiz kaldığının bir göstergesidir. Türk toplumu ve diğer göçmen toplumlarının her türlü ırkçı saldırılardan korunması için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Bütün diplomatik hassasiyetimizle bu olayın aydınlatılması ve bir benzerinin bir daha yaşanmaması için mücadele etmek durumundayız.

Bugün, 57 yıllık bir hikayeyi, birkaç dakikalık konuşmaya sığdırmak zor, zaman zaman hüzünlü, zaman zaman tebessüm ettiren tüm yaşanmışlıklar sadece yurtdışındaki Türklerin değil, Türkiye’deki toplumun ve devletin de önemsediği, kıymet verdiği tecrübelerdir. Bu sebeple önümüzdeki süreçte Yurtdışı Türkler Komisyonu kurulmasının önemini vurgular, Genel Kurul’a çalışmalarında başarılar dilerim.